Kabe’­nin Tarihi ve Bölümleri

Kabe’­nin Tarihi ve Bölümleri

Mekke’­de bulunan ve Müslümanların kıblesi olan Kâ­be-i Mu­az­za­ma İs­lâm dün­yâ­sı­nın nab­zı­nın at­tı­ğı yer­dir. Peki Kabe’­yi ne kadar tanıyoruz? Kabe’­nin bölümleri nelerdir? Kabe’­nin içinde ne var? Kabe’­nin inşası ve kısaca tarihi…

Mü’­min­le­rin kıb­le­si Kâ­be-i Mu­az­za­ma, Ce­nâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Ke­rîm’de:

“…Sec­de et ve yak­laş!” (el-Alak, 19) buy­ru­ğu ile ikâ­me­si­ni em­ret­ti­ği na­maz ibâ­de­ti­nin is­ti­kâ­met he­de­fi­dir. Ay­nı za­man­da bü­tün müs­lü­man­la­rın müş­te­re­ken te­vec­cüh et­ti­ği nok­ta, yâ­ni İs­lâm dün­yâ­sı­nın nab­zı­nın at­tı­ğı yer­dir.

İlâ­hî na­zar­la­rın in­san­da­ki te­cel­li­gâ­hı kalb olduğu gibi, kâ­inat­ta­ki te­cel­li­gâ­hı da Kâ­be’dir. Yâ­ni kâ­inât için­de Kâ­be, bir mâ­nâ­da in­san vü­cû­dun­da­ki kalb me­sâ­be­sin­de­dir. Bu se­bep­le hac, Kâ­be’nin ih­ti­şâ­mı­nı id­râk ede­rek, rikkat-i kalbiyye ile îfâ edil­me­si ge­re­ken bir ibâ­det­tir.

Beytullâh, yâni Allâh’ın evi olarak tavsîf edilen Kâbe’nin, Âdem -aleyhisselâm-’dan itibâren mukaddes bir mâbed olduğu ve gücü yetenler için onu haccetmenin farz hükmünde bulunduğu, âyet-i kerîmelerde şöyle bildirilir:

“Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbed), Mekke’deki (Kâbe)’dir.

Orada ibret alınacak alâmetler vardır; (aynı zamanda Hazret-i) İbrâhim’in makâmı (oradadır). Kim oraya girerse, Hakk’ın gölgesinde emîn bir kişi olur. Oranın yoluna gücü yetenlere, (Allâh rızâsı için) «Beytullâh»ı haccetmesi, Allâh’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır (farzdır). İnkâr edenler de bilsinler ki, Allâh bütün âlemlerden müstağnîdir.” (Âl-i İmrân, 96-97

KABE’NİN İNŞASI VE TARİHİ

Kâbe’nin yapılışı hakkındaki rivâyetlere göre, Hazret-i Âdem ile Havva, cen­netten çıkarıldıkları vakit, yeryüzünde Arafat’ta buluşurlar, beraberce batıya doğru yürürler. Kâbe’nin bulunduğu yere gelirler. Bu esnâda Âdem -aleyhisselâm-, bu buluşmaya şükür olmak üzere Rabbine ibâdet etmek ister ve cennette iken, etrafında tavaf ederek ibâdet ettiği nûrdan sütunun tekrar kendisine verilmesini niyâz eder. İşte o nûrdan sütun orada tecellî eder ve Hazret-i Âdem, onun etrafında tavaf ederek Allâh’a ibâdet eder. Bu nûrdan sütun, Hazret-i Şît -aleyhisselâm- zamanında kaybo­lur, yerinde siyah bir taş kalır. Bunun üzerine Hazret-i Şît, onun yerine taştan, onun gibi dört köşe olan bir binâ yapar ve o siyah taşı binânın bir köşesine yerleşti­rir. İşte bugün Hacer-i Esved diye bilinen siyah taş odur. Sonra Nûh tûfânında bu binâ, uzunca bir süre kumlar altında gizli kalır. Hazret-i İbrâhîm, Allâh’ın emriyle Kâbe’nin bulunduğu yere gider, oğlu İsmâîl -aleyhisselâm-’ı annesiyle birlikte orada iskân eder. Sonra İsmâîl -aleyhisselâm- ile beraber Allâh’ın emri mûcibince Kâbe’nin bulunduğu yeri kazar. Hazret-i Şît tarafından yapılan binânın temellerini bulur ve o temellerin üzerine bugün mevcut olan Kâbe’yi inşâ eder. Âyetteki «Beytullâh’ın temellerini yükseltiyor.» cümlesi, bunu ifâde etmektedir.

Kâbe’nin tamir ve inşâsı, aşağı yukarı on bir defadır:

Birincisi melekler tarafından, ikincisi Âdem -aleyhisselâm-, üçüncüsü Şit -aleyhisselâm-, dördüncüsü İbrâhim -aleyhisselâm-, beşincisi Amâlika kabîlesi, altıncısı Cürhümîler, yedincisi Kusay, sekizincisi Kureyş, dokuzuncusu ashâb-ı kiramdan Abdullah bin Zübeyr, onuncusu Haccâc-ı Zâlim ve on birincisi ise Osmanlı sultânı IV. Murad Han tarafından yaptırılmıştır.

KABE’NİN BÖLÜMLERİ

Kâbe, yaklaşık 1,5 metre genişliğinde olan temeller üzerine kurulmuştur. Mekke civârından getirilen bazalt taşlarıyla yapılan Kâbe’nin duvarında muhtelif ebatlarda 1614 taş bulunmaktadır.

Hacer-i Esved

Kâbe’nin doğu köşesinde, yerden 1,1 metre yükseklikte gümüş mahfaza içerisinde “Hacer-i Esved” bulunur ki, tavâfın başlama ve bitiş noktasını işâret etmektedir.

Rivâyete göre cennetten gelen ve İbrâhîm -aleyhisselâm- tarafından tavâfın başlangıcına alâmet olsun diye Kâbe’nin bir köşesine yerleştirilen meşhur “Hacer-i Esved” de, insanların günahlarının ve kasvet-i kalbinin menfî in’ikâsları netîcesinde kararmıştır. (Bkz. Tirmizî, Hac, 49/877; Ahmed, I, 307.) Mâlum olduğu üzere Hacer-i Esved, “siyah taş” mânâsına gelir. Hâlbuki bu taş, cennetten çıktığı zaman sütten ve kardan daha ak idi. Fakat zamanla kendisine dokunan insanların günahları sebebiyle kararmıştır.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Mescid-i Harâm’a girip Hacer-i Esved rüknüne vardı ve onu istilâm etti. Bu esnâda gözleri yaşla doldu. Hacer-i Esved’i öptü, ellerini onun üzerine koyduktan sonra yüzüne sürdü. “Allâh’ım! Sana îmân ederek, kitâbını tasdîk ederek, peygamberlerinin sünnetine ittibâ ederek (başlıyorum).” diyerek Hacer-i Esved köşesinden tavâfa başladı. (Heysemî, III, 240)

Kabenin Köşeleri ve İsimleri

Kâbe’nin doğudaki köşesine Rükn-i Hacer-i Esved veya Rükn-i Şarkî, kuzey köşesine Rükn-i Irâkî, batı köşesine Rükn-i Şâmî ve güney köşesine de Rükn-i Yemânî denir.

Altınoluk

Kâbe’nin üzerine yağan yağmur sularının aktığı oluk (Mîzab-ı Kâbe), “Altın Oluk” ismiyle bilinir.

Hatîm ve Hicr-i İsmâîl

Kâbe’nin kuzeybatı duvarı (Rükn-i Irâkî ile Rükn-i Şâmî arası)nın karşısındaki zeminden 1,32 metre yükseklik ve 1,55 metre kalınlığında yarım dâire şeklindeki duvarla çevrili yerin Kâbe’den itibâren ilk 3 metrelik kısmına Hatîm denir. Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın yaptığı Kâbe binâsına bu kısım da dâhildi. Kureyş tarafından Kâbe tâmir edilirken malzeme yetmediği için bu kısım dışarıda bırakılmıştı. Geri kalan 5,46 metrelik kısım ise Hicr-i Kâbe, Hicr-i İsmâîl veya Hatîra diye isimlendirilir. İbrâhîm -aleyhisselâm-, Hâcer vâlidemiz ve oğlu İsmâîl için buraya erâk ağacından bir gölgelik yapmıştı. Hazret-i Hâcer’le oğlu İsmâîl -aleyhisselâm-’ın Hicr bölgesine defnedildiği rivâyet edilir. Tavâfın Hicr’in dışından yapılması vâcip görülmüştür.

Kabe Kapısı ve Mültezem

Kâbe’nin kapısı, binanın kuzeydoğusunda zeminden 2,25 metre yüksekliktedir. Mültezem Kâbe’nin kapısı ile Hacer-i Esved arasında kalan kısma denir. Peygamber Efendimiz Mültezem’de durup sadrını, yüzünü, kollarını ve avuçlarını Kâbe’nin duvarına koymuş, kollarını ve ellerini iyice yayarak duâ etmiştir. (Ebû Dâvûd, Menâsık, 54/1899) Bir hadîs-i şerîfinde de: “Hacer-i Esved ile Makam-ı İbrâhîm arası Mültezem’dir. Burada duâ eden hastalar şifâ bulur.” buyurmuştur. (Heysemî, III, 246)

Kabe’nin Yüksekliği

Kâbe’nin yüksekliği 14 metredir. Mültezem tarafının uzunluğu 12,84 metre, Hatîm cihetinin uzunluğu 11,28 metre, Hatîm ile Rükn-i Yemânî arası 12,11 metre, Rükn-i Yemânî ile Hacer-i Esved arası 11,52 metredir.

Kabe’nin İçi

Kâbe’nin içinde, tavanı tutan üç direk vardır. Bunlar ortada, güneydeki duvardan Hatîm’e doğru sıralanırlar. Kapıdan girince sağ tarafta tavana çıkan bir merdiven mevcuttur. Merdivenin girişinde de bir kapı olup “Tevbe Kapısı” olarak isimlendirilir. Kâbe’nin iç duvarları ve tavanı ipekten mâmul yeşil bir örtü ile örtülür. (Muhammed İlyâs Abdülganî, s. 33-66; Kâmil Mîrâs, Tecrid Tercemesi, VI, 17-20)

Şazirvan

Kâbe duvarlarının zeminle buluştuğu yere meyilli olarak konmuş mermerlerden meydana gelen ve Rukni Irakî ile Rukni Şamî arasında kalan duvar hariç diğer üç duvara bitişik olan kısma da Şazirvan denmektedir. Kâbe örtüsünün aşağıdan bağlanması için Şazirvan üzerinde pirinçten yapılmış halkalar vardır. Bu halkalara Kâbe örtüsü bağlanarak tutturulur.

Kabe Örtüsü

Kâbe’ye ilk defâ örtü örten kişinin İsmâîl -aleyhisselâm- olduğu bildirilir. (Abdürrezzak, V, 154) İslâm târihinde Kâbe’nin örtüsü büyük bir hükümdar, halîfe veya Mekke vâlisi tarafından yaptırılırdı. İç ve dış olmak üzere iki parça yaptırılan Kâbe’nin örtüleri 1517 yılında hilâfetin Osmanlılara geçmesiyle bir müddet daha Mısır’da dokunmaya devâm etmiş, Kânûnî devrinde iç örtüsü İstanbul’da dokunmuş, Sultan III. Ahmed zamânında ise hem iç hem de dış örtü kumaşları İstanbul’da dokunmaya başlamıştır. Devlet-i Aliyye tarafından dokunan en son örtü 1916 senesinde gönderilmiş, bu târihten sonra ise Şerif Hüseyin hareketi sebebiyle gönderilememiştir. Daha sonra bir müddet Mısır’da dokunup gönderilen örtü, günümüzde Mekke’de tesis edilen husûsî bir fabrikada îmâl edilmektedir.

Makam-ı İbrahim

Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa ederken bina ve inşaatı kontrol etmek maksadıyla üzerine çıktığı yerden hafif yüksek bir taş ve taşın bulunduğu yerdir. İsmâîl -aleyhisselâm- ve Cebrâîl -aleyhisselâm- taş taşıdı; İbrâhîm -aleyhisselâm- da beytin duvarlarını dikti. Makâm-ı İbrâhîm’deki İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın ayak izi olan mermer de, Kâbe duvarları inşâ edilirken asansör vazîfesi gördü.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Bir zamanlar İbrâhîm, İsmâîl ile beraber Beytullâh’ın temellerini yükseltiyor, (şöyle diyorlardı:) «Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabûl buyur; şüphesiz Sen işitensin, bilensin.»” (el-Bakara, 127)

Sâfa ve Merve Tepeleri

Safâ ve Merve Tepeleri, bugünkü Zemzem Kuyusu’nun bulunduğu noktada susuzluktan bunalmış olan İsmâil -aleyhisselâm-’ın vâlidesi Hazret-i Hâcer’in telâş ve heyecan içerisinde su bulmak maksadıyla gidip geldiği iki mübârek tepedir. Bu sebeple Safâ ile Merve arasındaki gidiş ve geliş, insanın Cenâb-ı Hakk’a büyük bir huşû, hiçlik ve acziyet îtirâfı içerisinde ilticâ etmesi hikmetini taşımaktadır. Onun için, hac ibâdetinin esasları arasına sa’y adıyla ilâve olunmuştur.

Cenâb-ı Hak, bu iki tepenin ehemmiyetini şöyle ifâde buyurur:

“Şüphesiz Safâ ile Merve, Allâh’ın nişânelerindendir…” (el-Bakara, 158)

Zemzem Suyu ve Kuyusu

Zemzem, Allah’ın Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail’e ihsan ettiği mübarek suyun adıdır. Hz. İbrahim, Allah’tan aldığı vahiy ile eşi Hacer ve henüz süt emmekte olan oğlu İsmail’i Zemzem’in bugünkü yerine bırakıp gider. Henüz Kâbe yapılmadığı ve Mekke şehri kurulmadığı için orada yaşayan birileri de yoktur. Hz. İsmail’in annesi Hâcer, suları tükenip de zor durumda kalınca safa ve merve tepeleri arasında su bulabilme ümidiyle yorgun ve bitkin bir vaziyette koşmuş, yavrusuna bir şey olur korkusuyla dönmüş ve böylece yedi defa gi­dip gelmişti. Allah Teâlâ, onun çaresizliğini ve sıkıntısını, Zemzem’i çıkararak ve insanların kalplerine oraya yerleşmelerini ilham ederek gidermişti.

Zemzem, halen Kâbe’nin 20 m. kadar doğusunda, Makam-ı İbrahim’e yakın bir yerde bulunan tavaf alanının altındaki 35 kuyudan çıkmaktadır. 2003 yılında, tavaf alanını genişletmek amacıyla Zemzem kuyusuna iniş yeri kapatılmış, bunun yerine tavaf alanı etrafındaki Zemzem içme yerleri çoğaltılmıştır.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Zemzem hakkında: “Zemzem ne niyet-le içilirse o yararı sağlar” (İbn Mâce, Menasik, 78) buyurduğu rivayet edilmektedir. Çeşitli rivayetlerde onun şifa veri-ci özelliği anlatılmıştır. Medine’ye hicret ettikten sonra Hz. Peygamber’in Mekke’den Zemzem suyu getirttiği de nakledilmektedir. Zemzem içerken, “Allahım! Senden yararlı ilim, bol rızık ve her dert için şifa istiyorum” diye dua edilir.

KABE’NİN TAMİRİ

Osmanlı’nın Kâbe-i Muazzama’ya gösterdiği müstesnâ edeb tezâhürleri, bu tamir esnâsında da müşâhede edilmiştir. Şöyle ki:

I. Murad devrinde bir sel baskını olur ve Kâbe’nin iki tarafında çöküntü meydana gelir. Bunun üzerine derhal tamir için Mimar Rıdvan Ağa Mekke’ye gönderilir. Gerekli tespitleri yapan Rıdvan Ağa, çöken yerleri ifâde ederken Kâbe-i Muazzama hakkında “yıkılma ve çökme” gibi tâbirler kullanmayı edebe aykırı görür ve şöyle bir ifâde kullanır:

“Kâbetullâh’ın falanca falanca kısımları semt-i sücûda varmıştır.”

Ayrıca tâmir esnâsında da inşâ için lüzumlu malzemeleri taşıyan hayvanâtın o mübârek mekânları kirletmemesi için birtakım tedbirlerin alınması gibi câlib-i dikkat edep tezâhürleri sergilenmiştir.

KAYNAK :
https://www.islamveihsan.com/kabenin-tarihi-ve-bolumleri.html

İçeriği Oyla
E-bültene Abone Ol Merak etmeyin. Spam yapmayacağız.

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hızlı yorum için giriş yapın.

Başka Yazı Yok

Giriş Yap

VEYA
close

Subscribe