İnsanın Yaratılış Maksadı
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Kur’an-ı Kerim’de insanın yaratılış maksadı, “yeryüzünde Allah’ın halifesi olmak” şekinde beyan edilir. Bu gerçeğin farkında olan kimse, öncelikle Hak adına yeryüzünde ilâhî ahkâmı icra etmek suretiyle Allah’ın halîfesi olma liyakatini kazanma niyet ve gayreti içinde olmak durumundadır. İkinci olarak da bu hakikatten haberdar olmayan kimseleri Hakk’a ve hakikate davet etme mesuliyetinin şuurunda olmalıdır.
İnsanları Hak ve hakikate davet vazifesi, tarih boyunca bütün peygamberlerin ve onların şerefli takipçilerinin en önemli misyonları olmuştur. Bu dâvet vazifesine liyakat kesbetmenin birçok şartları var ise de en önemlisi, kalbin içinde bulunduğu halet-i ruhiye ve taşıdığı niyetlerdir denilebilir.
HAKKA DAVET
Davetçinin muhataplarına bakış açısı ve niyeti, onun insanları Allah’a mı, yoksa bu görüntü altında nefsine mi çağırdığının da mihenk taşı olacaktır. Yüce Rabbimizin tüm elçileri, insanları Hakk’a davet etmeleri karşısında onlardan herhangi bir ücret talep etmemişlerdir. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de sıkça tekrarlanır. Furkan süresindeki şu âyetler ise insanları Allah’a davet ederken kalbî duruşumuzun nasıl olması gerektiğini bildirmesi bakımından dikkat çekicidir:
“(Ey Allah’ın Rasülü!) Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (Davet ettiğin insanlara) de ki: Ben bu davetime karşılık sizden bir ücret değil, ancak Rabbine bir yol tutmak isteyen kimseler olsun istiyorum”. (Furkan Sûresi, 56-57)
“Rabbine doğru bir yol tutmak isteyen insan”ın inşası, işte bütün mesele bu. Bir kulun gönlünde Hakk’ın rızasını kazanma arzusunu oluşturmak ve onu Hakk’a doğru yola koymak, ne kudsî bir vazifedir! Allah’a davette en derin kalbî duruş ve niyet işte bu olmalıdır.
“Hakk’a giden yollar, mahlûkatın nefesleri sayısıncadır”, denilmiştir. Evet, ilâhî ahkâma göre çerçevesi çizilmiş sırat-ı müstekîmden sapmamak şartıyla, her insanın Rabb’e yürüyüşü özeldir, denilebilir. Allah her kuluna farklı bir ameli sevdirebilir ve o kul, o kapıdan Hakk’a doğru yürür gider.
MEVLAYA VUSLAT
Davette ufuk, davet edilen insanın Allah’la kendi gönül âlemi arasında bir yol bulmasına vesile olmaktır. Zira herkes bu yolu, ancak kendi özünde bulabilecektir. Mevlâya vuslat, bir gönül yürüyüşünün neticesidir. Gönülde hareket ve seyr u sefer başlamadan terakki etme düşüncesi, ham bir hayalden ibarettir. Amellerin kıymet ölçüsü, gönlün Hakk’a yakınlığıyla doğru orantılıdır. Bu itibarla bir insana yapılabilecek en güzel yardım, onun Mevlâ’ya doğru bir yol edinmesine vesile olmaktır.
Allah’ın kullarını “kendi adamı” değil, “Allah adamı” olarak yetiştirme iradesi, ancak Rabbânî bir terbiye ile edeplenmiş âlim ve âriflerin kalbinde tezâhür edebilen yüce bir niyettir. Esasen Allah’a davet adı altında, Allah’ın kullarını kendi nefsine çağırma tehlikesi çok ciddi bir tehlikedir. Şeytan ve nefis, her insana farklı bir yönden yaklaşarak onu saptırmanın yolunu arar. İlây-ı kelimetullah davası, nefislerin kendilerini öne çıkarma davası haline de dönüşebilir. Bu ince bir çizgidir ki, büyük bir hassasiyet ve uyanıklık gerektirir. İnsanların iltifatını beklemek, onların, kendi etrafında kul- köle olmalarını istemek, kendini davaya değil de davayı kendi nefsine basamak yapmak, bu dalâletin nişanelerinden bazılarıdır.
Allah’a davet adına bir insanla ilgi kurmak, çok büyük bir gönül safiyeti ve samimiyeti gerektirir. Bu ilgiyi bulandıracak maddî beklentiler ve nefsânî hesaplar, davetin gerekli tesiri uyandırmasına da büyük bir engel teşkil eder. Zira tesirin derecesi ve keyfiyeti, daveti yapanın kalbî kıvamıyla doğrudan ilgilidir. Bugün ilmî araştırmalar da göstermiştir ki, insanların düşünce ve duyguları, enerji dalgaları halinde çevresini etkilemekte ve yönlendirmektedir. İnancımıza göre de her türlü güç ve kudretin yegane sahibi Allah’tır. Kula düşen güzel niyetler ve gayretlerdir. Neticeyi lütfedecek olan Yüce Mevlâ’dır.
GÜZEL NİYETLERİN VESİLESİ
Allah Resülü’nün -sallallahu aleyhi ve sellem- anlattığı şu hadise, güzel niyetlerin muhatabı dönüştürebileceğine ne güzel bir misaldir:
Vaktiyle bir adam:
“– Ben mutlaka bir sadaka vereceğim.” dedi.
Geceleyin evinden sadakasını alıp çıktı ve onu bilmeden bir hırsızın eline tutuşturdu. Ertesi gün belde halkı:
“– Hayret! Bu gece bir hırsıza sadaka verilmiş!” diye konuşmaya başladı.
Adam:
“–Allâhım! Sana hamdolsun. Ben yine mutlaka bir sadaka vereceğim.” dedi.
Yine sadakasını alarak evinden çıktı ve onu (bu sefer de bilmeden) bir fahişenin eline tutuşturdu. Ertesi gün halk:
“– Olur şey değil! Bu gece bir fâhişeye sadaka verilmiş!” diye dedikoduya başladı.
Adam:
“–Allâhım! Bir fâhişeye (de olsa) sadaka verdiğim için sana hamd olsun. Ben yine de sadaka vermeye devam ede- ceğim.” dedi.
(O gece, yine) sadakasını alıp evinden çıktı ve onu (bu defâ da bilmeden) bir zenginin eline koydu. Ertesi gün halk:
“– Bu ne iştir! Bu gece bir zengine sadaka verilmiş!” diye hayretle söylenmeye başladı.
Adam:
“– Allâhım! Hırsıza, fâhişeye ve zengine (de olsa) sadaka verdiğim için sana hamdolsun.” dedi.
(Bu ihlâsı üzerine) uykusunda o adama:
“– Hırsıza verdiğin sadaka, belki onu yaptığı hırsızlıktan utandırıp vazgeçirecektir. Fahişe, belki yaptığından vazgeçip iffetli bir kadın olacaktır. Zengin de belki bundan ibret alıp Allâh’ın kendisine verdiği maldan muhtaçlara dağıtacaktır” denildi.70
Netice olarak şunu ifade edebiliriz ki, Allah’ın kullarını O’na çağırma vazifesini kendilerine misyon edinmiş şerefli hizmet erleri, sürekli olarak kalp ibrelerinin Allah’ı gösterdiğinden emin olmalıdırlar. Aksi halde Allah’ın kulların önüne engel olacaklardır ki en büyük vebal de budur.
Dipnot:
70) Buhârî, Zekât 14; Müslim, Zekât 78. Ayrıca bkz. Nesâî, Zekât 47.
Kaynak: Dr. Adem Ergül, Göklere Yolculuk Var, Erkam Yayınları
KAYNAK :
https://www.islamveihsan.com/insanin-yaratilis-maksadi.html