İnsan Kendini Nasıl Tanır?
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
İnsan her şeyden önce kendini bilmeli, nerden geldiğini, nasıl geldiğini, görevinin ne olduğunu ve nereye gideceğini… Eğer bunları sorgularda kendini bulursa Rabbini bulur. Rabbini bulan insan o mutlak kudreti bilir, kendini ve haddini bilir. Haddini bilen ise sevgi bilir, saygı bilir, şefkat,merhamet ve hak bilir. Demek ki her şey önce bilmekten geçiyor ama kendini…
Kur’an’da, müteaddit âyetlerde iki şey özellikle vurgulanır: Birisi, insanın zaaf halidir. O, yoktan varedilmiştir… Varedilişinde hiçbir dahli yoktur. Üstelik, varlığının ilk maddesi bir damla sudan ibarettir. Üstelik, varlığının devamı da, kendi iradesi içinde değildir. Kullandığı bütün zatî melekeler, iradesi dışında bünyesinde derc edilmiştir. Kendi kendine malik değildir.
Kur’an’da vurgulanan ikinci husus, Allah Teâlâ’nın kudretidir. Kâinatta tecelli eden de O’nun kudretidir, insanda tecelli eden de… O “ol” der ve olur. Her şey olur. zerre’den kürreye her şey…
Kur’an bu iki hususu, birbiriyle alâkalı olarak serdeder.
İnsanın zaafı Allah’ın kudretine merbuttur. İnsanla ilgili her artı, Allah’ın kudretinin eseridir. Yaratılış ve sonradan çoğalış, bir su damlacığının içindeki özden ete kemiğe bürünüş, düşünceye ve kalbe yükseliş… Hepsi Allah Teâla’nın kudret pınarının eseri… Tohumda ağaç ve meyve saklı, bir damlacık suda ise insan… Gözleri, kulakları, elleri, beyni, dimağı, kalbi, rüyaları, inançları, düşünceleri ile insan… Kadın ve erkeğin yüreklerine konan sevgide insanı saklamış Allah Teâlâ…
“Biz yarattık” diyor Allah Teâlâ…
Üstelik insanın ilk maddesini vurgulayarak… Bir su damlacığı… Şöyle atılıveren bir su damlacığı… İnsanın gözü, kulağı, kalbi, sevgileri, korkuuları nerde, o su damlacığı nerde? Nasıl oldu bütün bunlar, bir su damlacığından nasıl bir göz teşekkül etti? Sanki insanı ısrarla götürüp getiriyor su damlacığının dünyasına…
KUR’AN’IN İNSANDAN BEKLEDİĞİ İDRAK
İnsanın, Rabbi ile ilişkisini idrak etmesi için… Bu idraki istiyor.
Bir zihnî murakabe içine çekmek istiyor insanı bu konuda…
“Niye istiyor?”u anlamaya çalışabilir, ama hiçbir şey anlamaya muvaffak olamasa da, kendisinden bunun istendiğinin farkında olmalı insan Kur’an mantığına göre…
Çünkü, Yaratan’ın talebi bu…
Kur’an’da insanın Allah’la ilişkisinde yanlışlara düşülmemesi noktasında ikaz için belki de bunca vurgu vardır insanın zaafı ve Allah’ıın kudreti üzerine…
İnsanın kendi konumunu idrakte zihnî bulanıklığa düşebileceği ihtimaliyle, onun kullanabileceği imkânlar sayılıp dökülmüş, ama bunların hepsinde, hayat dahil, bir sonluluk zaafı bulunduğu bildirilmiştir. İnsanın hiçbir hesabı sonsuz değildir. Hiçbir hesabı mutlak değildir. Nasıl varoluşunda başka şartlar gerekmişse, geleceğe yönelik planlarında da hep olabilirlikle-olmayabilirlik müsavidir.
KUR’AN İNSANI AYDINLATIR
İnsana, zaafını idrak etmesi için bir bilinç yüklemesi vardır Kur’an âyetlerinde…
Belki de şunun için… İnsanın bir tarafında, kendi nefsini putlaştırma-kendi kendine tapma nüvesi bulunduğundan dolayı… “Hevasını ilâh edineni gördün mü?” diye soruluyor Kur’an’da… Firavn’ın dilinden “Ben sizin en yüce Rabbinizim” sözü ifade ediliyor… İlahlık iddiasına kadar varan bir azgınlık potansiyeli konmuş insanın içine… Bu alanda sınamak için mutlaka… İnsanda kibir (büyüklenme), ucb (kendini beğenme) yerilmiş… Bunlar, insana insanlık boyutunda “haddi-sınırı aşma” yönelişi verir diye… “Riya” yasaklanmış… Bu da, başka insanları ilâh edinme duygusunun potansiyel zemini olduğu için… Yani insan ne kendisini ilâhlık aldanışlarına yöneltebilir, ne de başkalarında ilâhlık vehmedebilir… “Hadd”ini bilecek insan… Had ne? Allah’la, onun yarattığı bir varlık olarak ilişkinin sınırı…
İnsan, bakıyorsunuz, ihtiyaç halinde elini açıp Allah’a yalvarıyor, imkâna kavuşunca ise, sahip olduğu her şeyin “kendi kudreti” ile elde edildiğini söylüyor… “Hayır! Gerçek şu ki, insan, müstağni olduğunu, kimseye muhtaç olmadığını hissedince-zannedince tuğyan eder, azgınlığa yönelir…” Bu da sınırı aşma… Karun gibi… Ya da İslâm tarihindeki Sa’lebe örneği gibi… Hastalık halinde sağlık için dualarla çırpınıyor insan, sağlığına kavuşunca canı-ömrü nerede sarfedeceği noktasında haddi aşıyor… İnsanın zaafını ve Rabbin kudretini yanyana zikreden Kur’an âyetleri “Bu olmaz” diyor lisan-ı hâl ile… Bu insaf değildir, iz’an değildir…
İnsan için en önemli bilgi, Allah’ın kendisi ile ilişkisini idrak bilgisidir. Buna “Marifetullah” diyor tasavvuf. Bütün cehdini bu alanda teksif ediyor Rabbani mü’minler…
Esmaül Hüsnâ, bir bakıma Kur’an’ın insanın önüne, marifetullah cehdini karşılamak üzere açtığı pencere… İster Zahir’de bul Rabbini, ister Bâtın’da… İster Ğaffar’da bul, ister Müntekîm’de, Kudret-i ilâhiyi…
Bak, bak, bak nefsine, yeryüzüne, gökyüzüne… Kâinatı yakala yakalayabilirsen, sonsuzları yokla ve içine yönel… İşte oracıkta Rabbini bul, idrak et O’nun kudretini…
HADDİNİ BİLECEK İNSAN
Allah’la ili?kide “olmazlar” var…
Allah’ı inkâr olmaz… Yani O’nu yoksamak yok!
Allah’a isyan olmaz. Başkaldırma yok! “Deme sakın şu şöyle / Yerincedir o öyle / Bak sonunu sabreyle / Hiç kimseye hor bakma / İncitme gönül yıkma / Sen nefsine yan çıkma / Mevlâ görelim Neyler / Neylerse güzel eyler” Başkaldırma yok! İtiraz yok!
Ortaklar tanımak olmaz Allah’a!
Sorgulamak olmaz!
Varlığını unutmak olmaz! Gaflet olmaz!
Farkında olmamak olmaz! Bigânelik olmaz!
Bunlar serâpâ yanlış ilişki algılayışları…
Çıkmaz bütün bunların sonu…
İnkârın, başkaldırmanın, kafa tutmanın, O’na ortaklar tanımanın, kendini putlaştırmanın, sorgulamanın Allah iradesini, unutmanın Allah’ı… sonu yok! Hepsi, insan idraki için yük bunların… Kalbe yük, dimağa yük… Çözümsüzlük! Tıkanma varoluşun izahında! Hiçbir çıkış yolu yok bu çizginin…
Bugüne kadar Allah’a başkaldıranlar, intihardan başka çözüm bulamadılar.
Daraldılar, bunaldılar kendi yüreklerindeki yükü taşıyamaz hale geldiler ve bitirdiler, kestiler hayat damarlarını, “Tanrı’ya karşı zafer” diye yokoluşa sarıldılar… Bulantıdır o dünyanın ruh iklimi, tükeniştir, hiçlik arayışıdır, anlamsızlıktır, saçmalıktır… Kıvranmadır.
Allah’la ilişkinin en doğru biçimi, “ibadet-kulluk” un idrakidir.
Sınav için varedildiğimizi söylüyor Vareden… Ölümle hayat arasındaki süre, bir sınav süresi… Nasıl bir insan olacaksınız? Onun sınavı… Aşağıların aşağısına yuvarlanan bir kişilik mi, “en güzel yaratılış kıvamı”nı koruyan bir erdem yoğunlaşması mı?
“İnsanları ve cinleri sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.” Kur’an’da, Allah Teâlâ, yaratıma iradesini böyle bildiriyor.
Hepsi bu…
İşte rıza burada odaklaşacak.
Teslimiyet olacak.
“Allah’a kul olma”yı, “insan beni”nin özgürlük tutkusuyla çelişir görmek de doğru değil. Aksine, belki “insan beni”nin en özgür olduğu an, Allah’a kul olduğunu idrak ettiği andır. “İnsan beni”nin, en özgür olduğu anın, kendi başına buyruk olduğu an olabileceği düşünülebilir. Oysa o noktayı, Kur’an, Yaratıcı lisanıyla “İnsanın kendi kendine tapması” olarak niteliyor. “Kendi hevasını, arzularını put-ilâh edinmesi” ifadesiyle… Diğer bir ifadeyle “Kendi hevasına kul olmak” bu. İnsan kendi hevasına kul olduğu zaman ise, türlü yönelişler içine girebilir. Çünkü her insan kendi nefsine kul olduğu zaman, milyarlarca “put” üretilmiş olur. Ve ortaya, eski Yunan’daki “Tanrılar arası savaşlar” çıkar… Kulluk duygusundan sıyrılmış çağlardaki kıyımlar gibi… Hobbes belki tam da bunu tarif ediyor “insan insanın kurdudur”derken…
Tasavvuf, “benlik” anlamına gelen “nefs” için, değişik kademeler belirlemiş. “Nefsi emmare”den başlıyor, “nefsi mutmainne-nafsi razıye-nefsi marzıye”ye kadar uzanıyor. Nefsin ilk kademelerinde, yanlışlıklarla, kötülüklerle haşır-neşir olmak söz konusu… Nefsin yüce kademelerinde ise, “Allah Teâlâ ile ünsiyet” ilişkilerine yöneliyor insan. Nefs-i mutmainne, Allah’la yakınlığın doyum noktasına ulaşması demek… Nefs-i râzıye, Allah’tan gelen her şeye gönülden sarılmak demek, Nefs-i marzıye, Allah’ın kendisinden razı olduğu duygusuna kavuşmak demek… Tasavvuf, nefs özgürleştikçe, yani onu tutsak eden bağlardan kurtuldukça, Allah’a yücelme yolunda ilerler, diyor… Onun için, “ben”in özgürlük yükselişi, kulluğa doğrudur. Onun için Kur’an “ben”in alt kademelerinde “kötülük” eğilimlerinin büyük yer tuttuğunu zikreder.
NEFSİN EĞİLİMLERİ NELERDİR?
Onun için Rabbin, insan nefsi önüne koyduğu kulluk hedefini asla sorgulamamalı, sorgulamak söz konusu olacaksa, nefsin eğilimleri sorgulanmalıdır.
Hem sorgulasanız ne yazar? “Yel kayadan ne aparır?” der Azeriler… Ne ifade eder soru koymak irade-i ilâhî önüne?
Teslim olmak ve o teslimiyet içinde sırlara açmak gerekir Rabbin nazargâh’ı olan kalbi…
Ayrıca dirilik olacak kulluğu idrakte…
Kalb, buraya yoğunlaşacak. Zihnî melekelerin doğrulama mihengi bu olacak.
İnsanın en temel sorusu “En güzel kulluk nedir?” sorusu olacak.
Zikir olacak! Allah’ın insana şah damarından daha yakın olduğunun idraki olacak… Kalb yoğrulacak bu birliktelik idraki ile…
“Kalb, ancak Allah’ı zikrederek mutmain olur” buyuruluyor Kur’an’da… Kalbî açlığın gıdası Rahman’ı anmak… Eksiklik duygularının tedavisi… Yaraların sarılması O’nunla… “Ya Şafi” diye diye kalb sağlığına kavuşacak insanoğlu…
Çağ iletişim çağı. İnsan, binlerce kablo ile bağlandı birbirine… Bu çağda iletişimsiz kalana şaşılır.
Aç kalbini ey insan!
Bağlan Rabbine!
Bir damlacık sudan, senin için gözler yaratan, gönüller yaratan Rabbine aç kalbini…
Bırak gururu, kurtul dağınıklıktan, topla zihnini, gönlüne yük olan şeyleri at, varoluşun sırrına er, gel Rabbine! Dön Rabbine! Rıza ile yoğur gönlünü… Rabbin rıza iklimine gir. Kullar arasına gir. Bütün dünyalarda cennetlerin olsun. Rahim olan, Kerim olan Rabbine karşı aldanmanın zamanı mı?
İslam ve İhsan
KAYNAK :
https://www.islamveihsan.com/insan-kendini-nasil-tanir.html