Ömür Nimeti ve Hesap Verme Bilinci

Ömür Nimeti ve Hesap Verme Bilinci

Allah’ın insanlara bahşettiği nimetler nelerdir? Müslümanın hesap verme şuuru ve hayata yansıması nasıl olmalı? Ömür nimeti ve hesap verme bilinci.

Mevlânâ Hazretleri buyurur:

“Nehri görünce kâsedeki suyu oraya dök. Su hiç nehirden kaçar, çekinir mi?”

“Kâsedeki su, nehir suyuna karışınca orada kendi varlığından kurtulur ve nehir suyu olur.”

“Böyle olunca, o kâsedeki suyun vasfı, sıfatı yok olur da zâtı kalır. Artık bundan sonra o ne eksilir, ne kirlenir, ne de kokar.”

HAKKʼA TEVEKKÜL VE TESLİMİYET

Mesnevî şârihleri, buradaki nehir ile ebedî âhiret hayatının; kâsedeki su ile de, insanın fânî hayatının kastedildiğini ifade ederler. İnsanın ömür kâsesini ebediyet nehrine dökmesi; “ölmeden evvel ölünüz” emrine itaat etmesidir. Yani her fânî için zarûrî olan ecel ânı gelmeden önce, nefsânî arzuları ve dünyevî ihtirasları bertaraf ederek, günahların câzibelerine karşı âdeta bir ölü gibi olmaktır. Hakkʼa tam bir tevekkül ve teslîmiyetle itaat edip bütün fânî nîmetleri ebedî saâdetin sermayesi kılabilmektir.

Hakîkaten ömür, hızla akan bir nehir gibidir. İnsana verilmiş sınırlı bir sermayedir. Gâfilâne bir ömür sürenlerin hiç bitmeyeceğini zannettikleri bu mahdut sermaye, âhiret âleminin sonsuzluğuyla kıyaslanamayacak kadar kısa, küçük ve cüzʼîdir. Nitekim âyet-i kerîmede insanın bu gerçeği idrâk edişi, şöyle haber verilmektedir:

“Kıyâmet gününü gördüklerinde (dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar.” (en-Nâziât, 46)

Hadîs-i şerîfte de:

“Âhiretin yanında dünyanın durumu, sizden birinin parmağını denize daldırıp çıkarması gibidir. Parmağı (denizden) ne çıkardıysa (âhiretin yanında) dünya işte odur.” buyrulmaktadır. (Hâkim, Müstedrek, 4/319)

ÖMÜR NİMETİ

Bütün nîmetler gibi ömür nîmeti de, Cenâb-ı Hakkʼın bir lûtfudur. Ebedî saâdeti kazanmak için, kulun yegâne sermâyesidir. Dolayısıyla bu dünyada yapılacak en kârlı ticaret, fânîyi vererek bâkīyi, cüzʼîyi vererek küllîyi, damlayı vererek deryâyı kazanabilmektir. Üstelik o damlanın aslî vatanı da deryâdır. Deryâdan geleni yine deryâya iâde etmek, esâsen bir fedâkârlık bile sayılmaz. Zira her damla, günün birinde, -istese de istemese de- mutlaka o deryâya geri dönecektir.

Yani Kurʼânî ifadeyle:

 “…Elbette biz Allâhʼa âidiz ve nihâyet Oʼna döneceğiz!” (el-Bakara, 156)

İşte ârif zâtlardan her vesîleyle Hakkʼa yükselen; “Yâ Rabbi! Senʼden geldik, Sana döneceğiz!” niyâzı da, bu ilâhî hakîkatte derinleşmiş gönüllerin hissiyâtını aksettirmektedir.

ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEK

Dolayısıyla, gerçek mahâret ve mârifet odur ki; kul, bir kâse su hükmündeki fânî ömrünü, kendi irâde ve arzusuyla, sonsuzluk deryâsına cömertçe sarf edebilsin. Böylece “ölmeden evvel ölmek” sırrından hisse alabilsin. Zira Mevlânâ Hazretleriʼnin tâbiriyle:

“Ne mutlu o kimseye ki, ölümden evvel ölmüş; onun rûhu, hakîkat bağının kokusunu almıştır…”

Diğer bir noktadan baktığımızda, kulun elindeki o bir kâse su, insanın dayanıp güvendiği makam ve mevkiidir, güç ve kuvvetidir. İlâhî hükümranlık ise, koskoca Dünya’nın, içinde âdeta bir toz zerresi hükmünde kaldığı kâinâtı ihâta eden, idrâk ötesi ve nihâyetsiz bir kudret ve azamettir.

Yine o bir kâse su, insanoğlunun ulaşabildiği bütün ilimlerdir. İlmi ilâhî ise sonsuz bir deryâdır. Nitekim şu hadîs-i şerîf, bu hakîkati ne güzel beyân etmektedir:

“Hızır -aleyhisselâm-’ın, Mûsâ -aleyhisselâm-’a acâip, garâip ve hikmeti meçhul hâdiseler gösterdiği seyahat esnâsında, bir serçe kuşu gelerek, bindikleri geminin kenarına kondu. Sonra denizden gagasıyla su aldı. Hızır -aleyhisselâm-, bu manzarayı Mûsâ -aleyhisselâm-’a göstererek şu teşbihte bulundu:

«–Allâh’ın ilmi yanında senin, benim ve bütün mahlûkâtın ilmi, şu kuşun denizden gagasıyla aldığı su kadardır.»” (Buhârî, Tefsîr, 18/4)

Yine insanın elindeki o bir kâse su, Cenâb-ı Hakkʼın imtihan maksadıyla kuluna emânet ettiği maldır, mülktür, servettir. Cenâb-ı Hakkʼın mülk ve saltanatı ise nihâyetsizdir. Âyet-i kerîmelerin beyânıyla:

“Göklerin ve yerin mülkü (bütün hazineleri ve hükümranlığı) Allâhʼındır. Allâhʼın her şeye gücü yeter.” (Âl-i İmrân, 189)

“…Allâhʼın nîmetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zâlim, çok nankördür!” (İbrahim, 34)

Bugüne kadar gelip geçmiş bütün mahlûkâtın yiyip içtikleri, kullanıp tükettikleri, Cenâb-ı Hakkʼın hazinelerini zerre kadar eksiltmemiştir.

FENA FİLLAH SIRRI

Velhâsıl insanın elindeki o bir kâse su, Allah Teâlâʼnın ona bahşettiği bütün nîmetlerdir, her türlü imkân ve istîdatlardır. Hayat nehri ise Cenâb-ı Hakkʼın sonsuzluk deryâsına akıp gitmektedir. İnsan, kendi irâdesiyle canını, malını, ilmini, irfânını ve her türlü imkânını, ne nisbette bu nehre akıtabilirse, sonsuzluk deryâsında o nisbette fânî olur. Fenâ fillâh sırrından o ölçüde nasîb alır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

ÖLMEDEN EVVEL KENDİNİZİ HESABA ÇEKİN