İslam’ın İstediği ‘güzel İnsan’

İslam’ın İstediği 'güzel İnsan'

İslâm dîni, güzel ahlâktan ibarettir. Ahlâk, dînin temeli olduğu gibi müslümanın da nişanıdır. Sosyal hayatta kılık-kıyafetten davranışa, muâmelâttan ticarete, çekirdek âileden geniş topluma kadar bütün bir alanı kapsayan ahlâkı, İmam Gazâlî Hazretleri şöyle târif eder: 

“Ahlâk; insan nefsinde yerleşen öyle bir melekedir ki, fiiller hiçbir fikrî zorlama olmaksızın, düşünüp taşınmadan bu meleke sayesinde kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya çıkar.”

Ahlâk, Âlemlerin Rabbinin fıtratımıza yerleştirmiş olduğu, iyilik, güzellik ve merhametin bütünüdür. Her doğan çocuğun İslâm fıtratıyla doğup sonradan anne-baba tesiriyle hristiyan veya mecûsî olması gibi; her doğan insan, güzel ahlâkla donanmış olarak doğmakta, zamanla âile başta olmak üzere, çevre, ekonomik imkânlar, sosyal medya, makam-mevki hırsı, ahlâkî bütünlüğünü bozmaktadır.

Bunun yanında Âdem -aleyhisselâm-’ın evlâtları Hâbil ve Kâbil’den itibaren devam eden ve insanın fıtratına bir imtihan gereği yerleştirilmiş bulunan kıskançlık, enâniyet, gurur, kin, ihtiras gibi süflî/nefsânî duygular da eşref-i mahlûkât olan insanı birçok zaman “belhüm edal: hayvandan da aşağı” durumlara düşürebilmektedir.

Günümüzdeki emperyalist devletlerin rant ve çıkar kavgaları, bitmek tükenmek bilmeyen ihtirasları, bunun dünya çapında görülen örneklerindendir. Mikro alana indiğimizde ise şehrimizde, mahallemizde, hattâ âilemizde dahî temiz fıtrata mugâyir davranışlar, sözler, durumlar da yine ahlâkın zayıflamasındandır.

GÜZEL AHLÂK

Abdullah bin Mübarek -rahmetullâhi aleyh- güzel ahlâkı şöyle tarif eder:

“Güzel ahlâk; güler yüzlü olmak, insanlara iyilikte bulunmak, onlara ezâ ve sıkıntı veren şeyleri yok etmektir.”

Her insanın okurken dahî hoşuna gidip güzel ve kolay gelen bu ameller, İslâm Dîni’nde en fazla sevap kazandıran en makbul ibadetlerdendir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Kıyamet günü mü’minin mîzânında güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah Teâlâ, çirkin, düşük söz ve davranış sahiplerine buğzeder.” buyurmuştur. (Tirmizî, Birr, 6)

Bu denli kolay ve bol mükâfatlı olan, üstelik fıtratımızda var olan güzel ahlâkı kuvveden fiile geçirmek, çok da zor değildir.

Güzel ahlâk, güzel söz, güzel davranış, muhabbet, tebessüm, merhamet, önce nefislerde başlar. İnsanın önce kendisine değer vermesi, akabinde dünya ve âhiret mutluluğu için iyilik yapması; mutmain, huzurlu ve mutlu olmasını sağlar.

Yaratılış maksadına uyum içinde davrandığı ölçüde, hayatında başarı ve motivasyon eksik olmaz. Bu, yakın planda önce çekirdek âilesine, akabinde arkadaşları ve çevresine pozitif enerji, huzur ve güven verir. Müslümanın emin ve güvenilir olmasının sırrı da tam burasıdır aslında. Hattâ bu sinerji, bumerang gibi zamanla kendisine geri döndüğü hâlde, çevreye de dalga dalga yayılır. Tıpkı Peygamber Efendimizin yaşamış olduğu Asr-ı Saâdet’te olduğu gibi… Tâ ki, kin, düşmanlık ve ihtirasın gözlerini kör ettiği cehâletten, evlerini ve ekmeklerini din kardeşleriyle cömertçe paylaşan Ashâb-ı Güzîn’in doğduğu gibi…

Kadîm tarihimiz Selçuklu ve Osmanlı Cihan Devletleri’nde de durum farklı değildir. Göçebe olarak bozkırlardan kıl çadırlara, savaş meydanlarından beyliklere kadar sevgi, saygı, paylaşma, yardımlaşma ve îsar bizleri bugünlere taşımıştır. Nitekim o günlerde çocuklar, dört yaş, dört ay, dört günlük olduğunda “Âmîn Alayları”yla sıbyan mekteplerine başlatılır, sorumluluk verilerek yetiştirilirdi. Mektepler, mü’minlerin bayramı Cuma günleri tâtil olup her hafta mahallede ve câmide ayrı bir heyecanla büyükler ziyaret edilir, şerbetler ve ikramlar dağıtılarak Cuma tebrikleşmesi yapılırdı.

Kaynak: Seher Küçük, Şebnem Dergisi, 154. Sayı

PEYGAMBER EFENDİMİZİ NASIL ÖRNEK ALABİLİRİM?