İmkanı Olup Da Kurban Kesmeyenlere Uyarı!
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde de “imkanı olup da kurban kesmeyenler bizim mescidimize yaklaşmasın!” buyuruyorlar. Çünkü İslamiyet, istikamet dinidir. Müslümanın bir hareketi, diğer hareketini tasdik etmelidir.
“Kurbanlarınızın ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşacak değildir. Sizden Allah’a ulaşacak olan yalnızca takvadır.” (Hac, 37)
Kelime manası olarak Kurban, yakınlık, yaklaşmak, yaklaşma vesilesi aramak demektir.
Dinimizin emrettiği en mühim ibadetlerden biri de Kurban’dır. Bu, insanın kendini Allah’a arz etmesi, kulluğuna kabulünü dilemesidir.
Kulluk, en yüksek manasıyla Allah’ın Habibi ve son Resulü Muhammed’in (s.a) makamı olunca, kulluğa kabul olunmak kadar sonsuz fedakarlığı gerektiren bir şey daha yoktur.
Allah, Beyt’ini ziyarete gelecek kullarına çıkacakları uzun yolculuk için azık tedarik etmelerini, bununla beraber “azıkların en hayırlısının takva” olduğunu bildiriyor. Bu ayetin izahında deniliyor ki: “İnsanı takvadan başka Allah’a götürecek hiçbir azık yoktur.”
Takva en geniş manasıyla kulun, Allah’ı hoşnud etmeyecek her şeyden son derece kaçınması, daimi bu duygu ile bulunması demektir. Bir başka ifadeyle takva insanın, şu fırtınadan ve sarsıntılar dünyasından Allah’ın herhangi bir emrine toz konacak diye titremesidir. Allah’ın, “Kurbanlarınızın ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşacak değildir. Sizden O’na ulaşacak olan ancak takvadır.” buyurduğunu da hatırlayacak olursak, kurban müminin kalbiyle yaşaması gereken ve Allah tarafından böyle emrolunan bir hadisedir.
Kalbin iştirak etmediği bir ibadet ne olursa olsun Allah katında bir kıymeti yokdur. Amellerde niyetin farziyyeti bundandır ki, bu, işi insanın kalıbının kalbiyle beraber yapması içindir.
Yüce dinimiz, hangi hayvanların ve bunlar içinde hangi sıfatta olanlarının kurban edilebileceğini ve hangi hayvanların kurbanlık olamayacağını inceden inceye beyan etmiştir. Mesela gayet açık bir kaide olarak yırtıcı, saldırıcı, parçalayıcı, boğucu, kavgacı, hilekar ve kurnaz, leş yiyen, biraz önce öldürdüğü kardeşinin etini yiyen hayvanlar kurbanlık olmazlar. Aynı zamanda kurbanlık sınıfına dahil olsa bile eğer gözleri kör, kulağı sağır, bir iki ayağı topal, yahud hareketleri muvazenesiz hayvanlar da kurbanlık olmazlar. Çünkü bunların hiçbiri doğru yolu bulamayacakları gibi, başkaları tarafından doğru yola sokulsalar bile istikamet üzere gidemezler. Bugün kurban edeceğimiz hayvana yarın sırattan geçerken bineceğimizi düşünürsek iş son derece ciddiyet kazanır. Bu sebeple hem sağlam ve sıhhatli, hem kuvvetli hem de azası tam olanlarını seçmeliyiz.
Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde de “imkanı olup da kurban kesmeyenler bizim mescidimize yaklaşmasın!” buyuruyorlar. Çünkü İslamiyet, istikamet dinidir. Müslümanın bir hareketi, diğer hareketini tasdik etmelidir. Kalp Allah’a muhalefet ederken kalıbın secde etmesinin bir manası olmayacağından peygamberimiz böyle buyurmuştur. Hakikatte böyle kimseler yalancılardır. Allah’a yakınlık istemeyenlerdir. İsmail Allah’a kurban olmaya giderken onu yarı yoldan çevirmeye çalışan şeytana “dost olanlardır.”
“İbrahim ise Allah’ın dostudur.”
İbrahim, ciğerparesi evladı başta olmak üzere nesi varsa Allah’a feda eden, insanları hacca çağıran bu sebeple Beytullah’ı bina eden büyük peygamberdir.
Allah’a kurban olmak için İsmail sıfatlı olmak lazımdır. Allah’a gönülden teslim olan “Peygamberler Babası”nın bu şerefli oğlu daha yedi sekiz yaşlarında iken Allah’a öyle bir teslimiyet göstermiştir ki insanlık tarihinde bir benzeri daha yoktur.
İsmail, ezîli ahdine dünyada gösterdiği sadakat dolayısıyla Allah’ın kitabında “sözünde sadık” olarak tebcil olunmuştur.
İsmail’in kendini feda etmesi, ona kendini kazandırdı. Demek ki kazanmak için feda etmek gerekiyor. Şüphe edilmemelidir ki, bu yolda ekmek dağıtana ekmek verirler. Can verene ise can verirler.
Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib de sözünü yerine getirmek için oğlu Abdullah’ı kurban etmeye götürürken de Abdullah aynı teslimiyeti gösterdi. Fakat bir “Beklenen” vardı. Kader O’nu bu “beklenen” için korudu.
İşte Peygamberimiz bunlara işaret ederek “ben iki kurbanlığın oğluyum” buyururlar.
Bunlar, doğruluk uğruna ve Allah yolunda canlarını feda eden insanlardı.
Bunlar kalpleri “takva” ile dolu bulunanlardır.
Bunlar, Allah’a kavuşacakları günü sabırsızlıkla bekleyenlerdir. Bunlar; Allah’ın kullarının kendine dönmelerini nasıl beklediğini bilenlerdir.
Mevlânâ bu manaya işaretle: “Allah, benim kendisine kavuşmak için nasıl sabırsızlıkla beklediğimi ve durmadan bir sebep aradığımı bildiği için ‘kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayınız’ ayetini benim gibi aşıklar hakkında indirmiştir” diyor.
İşte Arafat ve Mina toprakları, bunlara Allah’ın huzurunda durulup nasıl hesap verileceğini bilerek ve yaşayarak giden ve ahireti dünyada yaşayan nice müstesna simaların buralarda can verdiğine, Allah’a kavuştuğuna şahid olmuştu. Bunlardan takva azığıyla yola çıkan ve “Rabbının huzurunda durmaktan korkan” nice Allah dostlarından kimisi şahadet parmaklarını boynuna koyarak, kimisi dua için ellerini kaldırmaya utanarak ruhlarını Allah’a teslim etmişler, kurban olmuşlardır.
Peygamber efendimize “Hac nedir?” diye sorulduğunda “Telbiyeyi şevkle söylemek ve bolca kan akıtmaktır” diye cevap vermişlerdir. Haccı bütün manasıyla hulasa eden de bu iki kelime, yerine getirilişine göre insanın Allah’a gidiş süratini, istikamet derecesini ve Müslümanlık seviyesini gösterir. Telbiyeyi, yani “Rabbim, sana geldim, her emrine amadeyim, beni kulluğuna kabul et!” manasını bütün kalbiyle ve vücudunun zerrelerine kadar bütün varlığıyla söyleyenle; dili telbiye söylerken kalbi hala tatmin edemediği ve cehennem gibi doymak bilmeyen arzularını nerede ve nasıl tatmin edeceğim diye düşünen, iki kişiden birinin telbiyesine “yaklaş” diğerinin, telbiyesine“uzaklaş” cevabı vardır. Bunu Peygamberimiz bildiriyor. Büyüklerimizden niceleri de “ya benim telbiyeme de menfî cevap gelirse” korkusuyla daha lebbeyk derken sararıp bineklerinden düşmüşlerdir.
İşte her ibadetimizde olduğu gibi kurban ibadetinde de edeceğimiz kusurları gören ve bunların nasıl mağfiret olunacağını düşünen Peygamberimiz dünyaya veda ettiği haccında yüz deve kurban ettiler. Bunlardan altmış üçünü bizzat kendileri kesip, geriye kalan otuz yedisini de kurban etmesi için Hazret-i Ali’yi vazifelendirdiler. Ali’nin “Ya Resûlallah, bunlar kimin içindir?” diye sorması üzerine Rahmet Peygamberi: “Benden sonra gelecek ümmetim için” diye cevap verdiler.
Bütün düşüncesi ve üzüntüsü ümmeti için olan Sevgili Peygamberimizin hiç bir şekilde ifadesi ve ödenmesi mümkün olmayan haklarını düşünen büyüklerimiz, Peygamberimiz Efendimize olan bağlılık ve muhabbetlerinin eseri olarak kimisi O’nun, kimisi ashabının namına defalarca hac ve umre yapmışlar, kurban kesmişlerdir. Peygamberimiz bu gibi muhabbet amellerinden memnun olmuş, bunlardan birine rüyasında nur yüzüyle tebessüm ederek “Demek benim için hac yaptın, demek benim için lebbeyk söyledin, ben de kıyamet gününde bunun mükafatı olarak herkes hesap yerinde hesap verme derdinde iken senin elinden tutarak cennete koyacağım”buyurmuşlardır. Gazzali bunu İhya’sında anlatıyor.
İmkanı bulunanlarımız için bir kurban da Sevgili Peygamberimiz namına kesmek, O’nun şefaatini dilemenin en güzel vesilelerinden biridir.
Allah’a yakınlık arzusuyla, Peygamber sevgisiyle yapılan ibadetler, Allah katında daha fazla makbul olsun.
İbadetlerimizin kalıpları, mahabbet ve takva ruhuyla canlanırsa Müslümanlığı ruhuyla yaşamak mutluluğuna ulaşırız.
Kaynak: Ali Hüsrevoğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 76
KAYNAK :
https://www.islamveihsan.com/imkani-olup-da-kurban-kesmeyenlere-uyari.html